PİYES BÖLÜMÜ

PİYESİMİZ BU SAYFADADIR:

BİTMEYEN KAVGA


Anne ile baba odada oturmaktadır Baba gazetede ilanlara bakıp iş aramakta; anne örnek çıkarmaktadır İkisi de meşguldür Çocuk isa ödevi için her ikisinden de yardım istemektedir

ÇOCUK : Baba! Baba! (Baba meşguldür)

BABA (Heyecanla) : Tamam, buldum buldum! İşte aradığım iş!

ÇOCUK : Baba, dur bir dakika Bu ödevi yarına yetiştirmem lazım Şu kelimede takıldım, yardım eder misin?

BABA : Şu işe girdim mi hepinize yardım edeceğim

ÇOCUK : Tamam işte, şimdi yardım et

BABA : Ne iş ya! Bütün gün otur Tam bana göre, gelsin paralar, gelsin paralar Hem öyle sermaya falan da gerektirmiyor

ÇOCUK (Merakla) : Neymiş baba o iş

BABA (Öğünerek) : Tuvalet bekçiliği

ÇOCUK (Tiksinerek) : Tuvalet bekçiliği mi?

BABA : Ne sandın ya? Senin baban çok kabiliyetli bir insan Her iş gelir elinden

ÇOCUK : Baba madem öyle, benim şu sorumu da cevaplasana

BABA : Neymiş bakalım sorun?

ÇOCUK : Kaktüs nerde yetişir?

BABA : Eğer en hakiki kaktüsü soruyorsan söyleyeyim: Bizim evde

ÇOCUK : Yaaa! Nerde? Hangisi?

BABA : Annen oğlum Annen!

ÇOCUK : Baba, annemin hep çiçek olduğunu söylemez miydin sen?

BABA : Kaktüs de bir çiçektir oğlum

ÇOCUK : Ben bir şey anlamadım ama olsun

(Çocuk cevabı defterine yazar Baba hâlâ işin heyecanındadır Çocuk, bakar ki babadan hayır yok, annesine döner)

BABA : Anlaşılmayacak bir şey yok değil mi Döndü?

ANNE : Ne Döndü’sü? Sana kaç kere söyledim göbek adımı söyleme diye Hem sen kendi annenin ismine bak: Şehriye!

ÇOCUK : Anne şehriye ne demek?

ANNE : Babaannen oğlum

ÇOCUK : Nasıl yani?

ANNE : Babaannen şehriye gibi her yere girmez mi? İşte öyle

ÇOCUK : Anne peki kabak nerede yetişir?

ANNE Örneğine bakarak) Dur oğlum, şu örneği çıkarıp Ayşe teyzene teslim etmem gerekiyor Malum kadın fesat mı fesat Örneği vermek istemedi, zorla aldım Örneği çıkaramayacağımı zannedip bir akşamlık izin verdi Ama benden kaçar mı? Bak neredeyse çıkardım

ÇOCUK : Anne kabak nerede yetişir? Sen durmadan kabak pişirirsin Bilirsin

ANNE : Bilemeyecek ne var oğlum Bizim evde

ÇOCUK : Bizim evde mi? Nerede?

ANNE Bak karşı da oturuyor Babandan iyi kabak mı olur? Bütün gün evde işsiz güçsüz oturup, kabak gibi büyür Yalnız saçlar duruyor Bir de onlar olmasaymış tam kabak olurmuş Ama saçları dökülür mü? Dökülmez tabii Adamın hiç derdi, tasası yok ki!

ÇOCUK (Seyirciye dönerek) : Tamam, anlaşıldı Bunlar yine kavga edecek Senaryo aynı Son sahnede birbirlerinden boşanacaklarını söyleyip ayrılacaklar İşiniz yoksa seyredin Ben gidiyorum Çünkü bu sahneyi önceden de defalarca seyretmiştim

(Çocuk çıkar, sahnede anneyle baba kalır)

BABA : Peki senin ne derdin var? Sabahtan akşama kadar tığ dürtüp duruyorsun Yok, komşu örneği vermemiş de, çabuk istiyormuş da… Aman ne dert Sanki o elindeki zımbırtı olmasa dünya batacak Hem sana kaç kere söyledim şu televizyonun üzerine dantel koyma diye

(Kalkıp danteli alıp yere atar)

ANNE : Bana bak herif! Kocam mocam dinlemem, şimdi saçını başını yolar, seni tam kabak yaparım

BABA : Ne diyon lan sen? Kolay mı o? Gel de kim kimin saçını başını yoluyormuş göstereyim sana

ANNE : Yeter be! Hem paran yok hem emeğe saygın yok hem de çenen çok

BABA : Boşuyorum lan seni, yeter artık on senedir senden çektiğim

ANNE : On sene mi? Bana yüz sene gibi geldi Boşa da bir asalaktan kurtulayım Ben annemin evine gidiyorum Sen de ne halin varsa gör!

BABA: Git, nasıl olsa yarın yine gelirsin!

 

2.SAĞIRIN HASTA ZİYARETİ

İHTİYAR : Ah, ah! Şu sağırlık ne kötü bir şeymiş yahu? Hayat çekilmez bir işkence oluyor insanın kulakları duymayınca Bu hale de şükür, ya bir de kör olsaydım, felçli olsaydım, ne bileyim, çaresiz bir hastalığa yakalansaydım Buna da şükür

KADIN :Efendi, efendi! Yine geldiler her halde Kendi kendine ne konuşup duruyorsun böyle? Efendi beni duyuyor musun?

İHTİYAR :Nee? Uyuyor muyum! Hayır, hayır uyumuyorum

KADIN : Allah, Allah, ne olacak bu adamın hali! Hanyayı Konya anlıyor

İHTİYAR :Ne dedin hanım Havva kolonyayı mı alıyor?

KADIN : Tamam, tamam yok bir şey Çattık yahu

İHTİYAR :Nee, çatıda yangın mı çıktı?

KADIN :Neyse boş ver Duydun mu komşu hastalanmış?

İHTİYAR :Koşu başlamış mı? Ne koşusu bu hanım?

KADIN : Komşu, komşu Sabahtan beri yanlış anlıyorsun Komşu hastalanmış diyorum

İHTİYAR :Nee?

KADIN :Hastalanmış komşu diyorum

İHTİYAR : Haşlanmış turşu mu yiyorsun? Yahu turşunun haşlanmışı nasıl oluyor ki!

KADIN :İlahi efendi bir ömürsün Bari yazarak anlatayım Bak şimdi şu kağıda yazıyorum

İHTİYAR : Aşağıda kazı mı yapıyorsun, niye?

KADIN :Bakburaya! Kom-şu has-ta-lan-mış he-men onu zi-ya-ret-et

İHTİYAR :Haa! Demek komşum hasta ha! Vah, vah! Hemen onu ziyaret edeyim Ama benim kulaklarım iyi duymaz ki Nasıl anlaşacağız onunla? Ama olsun, o dudaklarını kıpırdatınca ne dediğini tahmin ederim "Nasılsın komşu ?" derim "Hamd olsun biraz iyiyim" diyecektir "Şükürler olsun sevindim" derim Sonra "Ne yiyip ne içiyorsun? derim? O da "şerbet içtim, yada çorba içtim" der Ben de "afiyet olsun" derim Sonra da hangi doktor geliyor? diye sorarım O da bir doktor ismi söyler elbet Bunun üzerine ben de "ooo çok iyi, çok iyi" derim Hanım ben komşuyu ziyarete gidiyorum

KADIN : Efendi Allah yardımcısı olsun, selamlarımı da iletiver

İHTİYAR oğru, doğru saçlarımı da düzelteyim Hadi ben çıktım

KADIN :Hadi bakalım

(Yan Komşu da) --

İHTİYAR :Huu komşu Komşu ben geldim Nasılsın bakalım?

KOMŞU : Sorma komşu ölüyorum, ölüyorum Off, off!

İHTİYAR : Oh, oh çok şükür olsun Çok sevindim

KOMŞU emek çok sevindin ha! Seni nankör!

İHTİYAR : Söyle bakalım komşu, ne yiyip ne içiyorsun?

KOMŞU :Zehir zıkkım yeyip içiyorum Bu hastalık beni bitirdi

İHTİYAR : Afiyet olsun, afiyet olsun Peki hangi doktor geliyor tedaviye?

KOMŞU :Ne tedavisi be adam! Ölüyorum ben Azrail geliyor, Azrail

İHTİYAR :Çok iyi, çok iyi O gerçekten iyi bir doktordur İşini iyi bilir Bütün acıların son bulacaktır merak etme

KOMŞU :Bela mısın be adam! Yürü git işine! Hanım, hanııım şu sağırı defet evden!

İHTİYAR : Doğru söyledin komşu Sağlığımıza dikkat etmeliyiz Hadi artık ben gidiyorum Hasta ziyareti kısa olur Sağlıcakla kal

 

3. ÜNİVERSİTEYE HAZIRLIK

(SKEÇ-Komedi)
Üniversiteyi hedefleyen bir gençle bu yolun başında, koşmadan yorulan bir gencin karşılaşması ve kıyaslanması üzerine...

Mustafa: Nerde kaldı bu kız da ya! İşte geliyor. Şimdi bununla tanışmak farz oldu. (Ellerini kaldırır.) Hey büyük Allah’ım! (kızı göstererek) Böyle güzellikleri yaratıyorsun ve bana haber vermiyorsun. Oluyor mu yani? (Kıza bakarak) Allah Allah, bu bir insan olamaz yahu. Bu, başka türlü bir yaratık olmalı. Hayır hayır, bu kesinlikle bir insan olamaz. Ya benim şimdiye kadar gördüklerim insan değildi ya da bu, insan değil. Ortada bir terslik var. Ulan yoksa ben mi insan değilim? (telefon çalar) Hayret bir şey! (Telefonu açar.) Alo! Ha aslanım, şu anda iz üstündeyim. Birisiyle tanışmak üzereyiz. Daha tanışmadık. Kız tanışmak için can atıyor da ben soğuk davranıyorum. O şimdi karşımda. Tren bekliyor. Buradan tren geçmiyor mu? Ben de biliyorum. Zaten ben dolmuş bekliyorum. Daha tanışamadık da evlenince balayına Kanarya Adaları’na gitmeyi düşünüyoruz. Tabi, o da kabul ederse. Herhalde üniversite sınavına hazırlanıyor, görünüşü öyle. Duyuşum, fazlaca inekmiş, ama ben onu evcilleştiririm. Sen dolmuşçuya söyle, geç gelsin. Yok yok, hatta bir yerde kaza falan yapsın, hiç gelmesin. Görüşürüz...

Mustafa: Siz de mi dolmuş bekliyorsunuz?

Kız: Evet.

Mustafa: Aman Allah’ım, bu konuşabiliyor. Konuşuyor, konuşuyor!

Kız: Efendim, anlamadım.

Mustafa: Ben de dolmuş bekliyorum. Ne güzel, ikimiz de bir dolmuşu bekliyoruz. Dolmuştaki şansa bak. İnşallah bu dolmuş iyice dolmuştur da bizi almaz.

Kız: Dolmuş çok gecikir mi? Dershaneye geç kalacağım da.

Mustafa: Yok, birazdan gelir. Bizim dolmuşun şoförü kör de dolmuşu yandaki adam kullanıyor. Onun için biraz geç geliyor.

Kız: İlginç, o nasıl oluyor öyle?

Mustafa: Valla, ben de bilmiyorum, öyle duydum. Siz de mi Eminönü’ne gidiyorsunuz?

Kız: Hayır, ben oraya gitmiyorum.

Mustafa: Öyle mi, ne tesadüf. Ben de oraya gitmiyorum. Nereye gidiyorsunuz?

Kız: Niçin sordunuz?

Mustafa: İzninizle ben de oraya gideceğim de.

Kız: Ben dershaneye gidiyorum.

Mustafa: Dershaneye mi ne güzel! Dershaneyi bitirince ne olacaksınız?

Kız: O ne demek?

Mustafa: Bizim arkadaşlar dershanenin birine yıllardır gidiyorlar ve üstelik hala aynı sınıftalar.

Kız: Dershane bizim için bir basamak. Amacım, iyi bir üniversiteye girerek geleceğe güvenle bakmak.

Mustafa: Üniversiteyi bitirenler hep boş geziyorlar ama. Boş gezmek için üniversite bitirmeye gerek yok. Bak, ben üniversite bitirmediğim halde gayet boş gezebiliyorum.

Kız: İyi bir üniversiteyi veya iyi bir bölümü bitirenler boş gezmiyorlar. Siz nerde okuyorsunuz?

Mustafa: Ben liseyi bitirdim.

Kız: Üniversite sınavına girdiniz mi?

Mustafa: Evet girdim. Üstelik kazandım bile.

Kız: Nereyi kazandınız?

Mustafa: Açıköğretim Fakültesini kazandım. Ama babam uzak diye göndermedi.

Kız: Benimle dalga geçmeye çalışıyorsunuz herhalde!

Mustafa: Hayır, dalga geçtim bile.

Kız: Öyle mi? Senin adın Zeki mi?

Mustafa: Evet ama o göbek adım. İsterseniz tanışalım. Çünkü adını bilmediğim bir insanla evlenmemi kimse benden bekleyemez, değil mi? Ayrıca, benim adım “Musti”, ama siz kısaca “Mustafa” diyebilirsiniz.

Kız: (Biraz bekler, şaşırmıştır.) Bir dakika sayın “kısaca Mustafa Bey”, evlilikle ilgili söylediklerinizi tam anlayamadım da.

Mustafa: Tabi, kusura bakmayın. Evlilik ağzımdan kaçtı. Eeee, balayı diyecektim evlilik dedim. Balayına Kanarya Adaları’na gideriz, olmaz mı? Ben gittim, pek beğenmedim ama senin için bir daha giderim.

Kız: Siz ne evliliğinden bahsediyorsunuz? Kiminle balayına gidiyorsunuz?

Mustafa: Seninle. Ama gitmek istemiyorsan ben de gitmem.

Kız: Bakın “kısaca Mustafa Bey”, ne demek istiyorsun anlamıyorum, ama iki dakika önce görüştük, tanışmıyoruz bile. Sen evlilikten bahsediyorsun.

Mustafa: Niye, ne var ki? Zaman bunu gerektiriyor. Siz gazete okumuyorsunuz herhalde. Bakın millet akşam tanışıp evleniyor, sabah boşanıyor. Üstelik bunlara sanatçı deniyor. Bizim onlardan ne eksiğimiz var? Üstelik fazlamız var. Mesela ben lise mezunuyum.

Kız: Haklısınız da ben kendime onları örnek almıyorum. Benim ideallerim var. Onları gerçekleştirmekten başka bir şey düşünmüyorum.

Mustafa: İdealleriniz var demek? Çok iyi, sizin idealiniz ne acaba?

Kız: Benim idealim fizikçi olmak.

Mustafa: Çok güzel. Bu fizikle ancak fizikçi olunur zaten.

Kız: Sizin işiniz gücünüz yok mu Allah aşkına?

Mustafa: Şu anda aslında çalışıyorum ben.

Kız: İşiniz ne?

Mustafa: Babamın parasını yemek.

Kız: Aaa! Siz de geleceğe boş gözlerle bakanlardansınız herhalde. Bir amacınız, idealiniz yok.

Mustafa: Olur mu ya! İdealim var.

Kız: Neymiş o?

Mustafa: Babamın ölmesini bekliyorum. O ölünce mirasa konacağım. Sonra da gel keyfim gel!

Kız: Çok boş birisiniz.

Mustafa: Evet çok boşum. Zaten birisini arıyorum. Ha, adınızı söylemediniz.

Kız: Etiketler önemli değildir.

Mustafa: Olur mu canım? İsminizi bilmezsem cep telefonunuzu ne adıyla kaydedeceğim? “Sapık” diye kaydedemem herhalde. Konuşmayız, sürekli mesajlaşırız. O daha ucuza gelir.

Kız: Benim cep telefonum yok. İhtiyacım da yok.

Mustafa: Yapma ya, ne kadar üzücü bir durum.

Kız: Bu dolmuş da nerde kaldı?

Mustafa: Dolmuşu ne yapacaksınız ki? Gelmese de olur. Ne güzel konuşuyoruz.

Kız: Hayır, siz konuşuyorsunuz, ben de dolmuş gelinceye kadar dinliyorum.

Mustafa: Şu anda tanışmış olmamız gerekiyor, ama hala olmadı.

Kız: Niye tanışmış olmamız gerekiyormuş ki?

Mustafa: Bütün Türk filmlerinde öyle oluyor da onun için. Ama bir eksik var. Siz hızlı hızlı gelirken çarpışacağız. Sonra elinizdeki kitaplar yere düşecek, onları birlikte toplayacağız. Bu şekilde tanışmış olacağız. Bu kısım eksik, istersen çarpışalım.

Kız: Allah’ım çattık belaya ya! Nerde kaldı bu dolmuş?

Mustafa: Dolmuş kaldı bir yerde zor gelir artık. İstersen bir şiirimi okuyayım sana. Şiir benim ha, kendi ellerimle yazdım.

“Ellerinde kitaplarla dolmuş beklersin,

Dertlerime yenilerini eklersin.

Babam ölsün de gör.

Seni hemen alıp kaçarım.”

Sonu pek uymadı, ama neyse, her güzelin bir kusuru vardır.

Kız: Allah’ım kafayı yemeden şu dolmuş gelseydi.

Mustafa: Sıkıldın herhalde. Sana bir şiir daha okuyayım.

Kız: Allah aşkına artık tamam!

Mustafa: Ama bu şiir benim değil, büyük bir İngiliz şairin.

Kız: (Şaşırır) Öyle mi? Oku bakalım.

Mustafa: “Good evening

Welcome to BBC news

And now today’s”

Nasıl güzel, değil mi?

Kız: Şiir bu mu?

Mustafa: Evet.

Kız: Bu, İngilizce: “İyi akşamlar, BBC haber bültenine hoş geldiniz. Şimdi bugünün haberleri.” demek.

Mustafa: Yok ya! Demek yanlış şiiri ezberledik. Bu şiiri komşunun radyosundan duymuştum.

Kız: Allah’ım bana sabır ver! Nerde kaldı bu dolmuş?

Mustafa: Sıkıldınız herhalde. Neyse zamanla alışırız birbirimize.

Kız: Ne alışması ya? Sizinle bu dünyada bir daha karşılaşmamak için öbür dünyaya, hatta cehenneme gitmeye bile razıyım.

Mustafa: Valla, oraya da gelirim.

Kız: Allah aşkına yeter! Nerde kaldı bu dolmuş ya?

Mustafa: Sonuç olarak benim hakkımda edindiğiniz izlenim nedir?

Kız: Bak kardeşim, sizi tanımıyorum, tanımak da istemiyorum, ama sizin hakkınızda edindiğim izlenim şu: Eğer siz dünyaya daha önce gelmiş olsaydınız “aptal” kelimesi sözlüklerde olmazdı.

Mustafa: O niye?

Kız: Çünkü “aptal” kelimesi hiçbir insana senin kadar yakışmaz.

Mustafa: Sen bana demeye çalışıyorsun, ama yazık, üzüldüm yani.

Kız: Allah Allah, bu dolmuş nerde kaldı?

Mustafa: Ne yapacaksın dolmuşu? Ne güzel muhabbet ediyoruz. Ha, senin baban ne iş yapıyor?

Kız: Ne yapacaksın?

Mustafa: Benim babam senin babanı döver de onun için sordum.

Kız: Benim babam komiser.

Mustafa: Yok ya! Gerçekten mi? Zaten benim babam da cumhurbaşkanıdır kendisi.

Kız: İstersen araştır bak.

Mustafa: Hadi ya! Desene sert kayaya çarptık. Başımızı belaya sokmayalım bari. Allah Allah, nerde kaldı bu dolmuş ya!


                                                                    Ana Sayfa

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol